

I. Güvence Bedeli
1412 sayılı mülga Kanun’da “kefalet”, yürürlükteki 5271 sayılı Kanun’daki güvence bedeli, diğer bir deyişle ise kefaletle serbest kalma bedeli, yargılamadaki usûl işlemlerinin yapılmasını, kamusal giderleri ve para cezalarının ödenmesini güvence altına almak için suç şüphesi altındaki kişinin tutuklanmaması veya tutukluysa tahliye edilmesi karşılığında belli bir meblağı mahkeme veznesine yatırması şeklinde mahkemece hükmedilen bir adli kontrol tedbiridir (CMK m.109/3-j). Ceza muhakemesi sürecinde koruma tedbirlerinin temel işlevi, ileride verilecek hükmün infazını temin etmek ve yargılamanın selametini güvence altına almak olarak tanımlanabilir. Güvence bedeli bu anlamda ceza muhakemesinin bir nevi “sigorta poliçesidir.” Devlet, hükümden önce tedbir alarak ilerideki maddi sonuçları garanti altına almaya çalışır (1). Güvence bedeli yatırılması şeklindeki adli kontrol tedbirine uygulamada mahkemeler tarafından çok sık başvurulmasa da bazı suçlar -özellikle ekonomik suçlar- açısından etkili bir adli kontrol yöntemi olarak ortaya çıkmaktadır.
Kefalet ya da güvence karşılığında tahliye edilen kişinin, duruşmalara mazeretsiz olarak katılmaması ya da mahkumiyet halinde hükmün infazına dair işlemlere riayet etmemesi durumunda ise bu bedel Hazineye gelir olarak kaydedilmektedir. Kararın kesinleşmesinden itibaren kişinin hükmün infazına yönelik davranışları sonucunda güvencenin geri ödenmesi ya da gelir olarak kaydedilmesi söz konusu olabilmektedir.
Güvence; şüpheli veya sanığın bütün usul işlemlerinde, hükmün infazında veya altına alınabileceği diğer yükümlülükleri yerine getirmek üzere hazır bulunmasının yanı sıra, katılanın yaptığı masraflar, suçun neden olduğu zararların giderilmesi ve eski hale getirme; şüpheli veya sanık nafaka borçlarını ödememeleri nedeniyle kovuşturuluyorsa nafaka borçları, kamusal giderler ve para cezalarının teminat altına alınması amaçları dikkate alınarak belirlenir ve kararda, güvence bedelinin ne kadarlık kısmının hangi amacı sağlamak için alındığı da belirtilir. Şüpheli ya da sanığın parasal durumu göz önünde bulundurularak güvencenin “para” olması gerekir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun m.113 hükmüne göre;
“(1)Şüpheli veya sanık tarafından gösterilecek güvence, aşağıda yazılı hususların yerine getirilmesini sağlar:
a) Şüpheli veya sanığın bütün usul işlemlerinde, hükmün infazında veya altına alınabileceği diğer yükümlülükleri yerine getirmek üzere hazır bulunması.
b) Aşağıda gösterilen sıraya göre ödemelerin yapılması:
1. Katılanın yaptığı masraflar, suçun neden olduğu zararların giderilmesi ve eski hâle getirme; şüpheli veya sanık nafaka borçlarını ödememeleri nedeniyle kovuşturuluyorlarsa nafaka borçları.
2. Kamusal giderler.
3. Para cezaları.
(2) Şüpheli veya sanığı güvence göstermeye zorunlu kılan kararda, güvencenin karşıladığı kısımlar ayrı ayrı gösterilir.”
“Önceden ödetme” başlığı altında güvencenin devamı niteliğinde bir düzenlemeye yer veren CMK m.114 hükmünde; mağdurun veya nafaka alacaklısının istemi ve şüpheli veya sanığın rızası bulunmak kaydıyla hâkim, mahkeme veya Cumhuriyet savcısı önceden ödetmeye karar verebilir. (CMK m.114/1) Ancak soruşturma ve kovuşturma konusu olaya ilişkin mağdur veya nafaka alacaklısının lehine bir karar verilmiş olması durumunda şüpheli veya sanığın rızası olmadan ödemenin yapılması emredilebilir. (CMK m.114/2)
II. Güvence Bedeline Hükmedecek Makamlar
Soruşturma Aşamasında: Soruşturma aşamasında güvence bedeli yatırılması şeklinde adli kontrol kararı verme görevi 5235 sayılı Kanun m.10 hükmü uyarınca Sulh Ceza Hakimliği’ne aittir. Şüpheli, Cumhuriyet savcısının istemi ve sulh ceza hâkiminin kararı ile soruşturma evresinin her aşamasında güvence bedeli yatırılması şeklinde adli kontrol tedbiri altına alınabilir. Sulh ceza hâkimliği, soruşturma aşamasında hâkim tarafından verilmesi gereken kararları veya işlemleri yapmakla görevli olduğundan şüphelinin güvence bedeli yatırması şeklindeki adli kontrol tedbirine de karar verebilir. Ancak, soruşturma aşamasında tutuklanan şüphelinin tutukluluğuna itiraz edilmesi halinde itirazı incelemeye yetkili asliye ceza mahkemesi şüpheli hakkında güvence bedeli yatırılması şeklinde adli kontrol kararı vererek şüpheliyi tahliye edebilir. Yetkili Sulh Ceza Hâkimliği ise suçun işlendiği yer sulh ceza hâkimliğidir.
Kovuşturma Aşamasında: Kovuşturma aşamasında ceza davasına hangi mahkeme bakıyorsa güvence bedeli yatırılması kararını verme görevi o mahkemeye aittir. Ceza davasına bakan mahkemenin kararına itiraz edilmesi üzerine, itirazı inceleyen ceza mahkemesi de güvence bedeli yatırılması şeklindeki adli kontrol kararını verebilir.
III. Güvence Bedelinin Geri Verilmesi
Şüpheli veya sanık bütün usul işlemlerinde, hükmün infazında veya altına alınabileceği diğer yükümlülükleri yerine getirmek üzere hazır bulunma yükümlülüğünü yerine getirmiş ise güvence bedelinin bu yükümlülüklere karşılık gelen kısmı şüpheli veya sanığa geri verilir. CMK m.115/1 hükmü uyarınca, ayrıca güvence bedeline gösterilmesine ilişkin hâkim veya mahkeme kararında belirlenen yükümlülüklerin karşılığı olan kısım da şüpheli veya sanığa iade edilir. Güvencenin kalan kısmı suç mağduruna veya nafaka alacaklısına ödenir. Anılan maddenin 2. Fıkra hükmüne göre ise; Suç mağduruna veya nafaka alacaklısına ödenen kısımdan arta kalan kısım ise kovuşturmaya yer olmadığına dair karar veya beraat kararı verildiğinde şüpheli veya sanığa iade edilir. Madde hükmünün devamında belirlenen yükümlülüklere uymayan şüpheli veya sanığın, geçerli bir mazeretinin bulunmaması halinde güvence bedelinin devlet hazinesine gelir yazılacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak, güvence bedelinin bu şekilde hazineye geçebilmesi için güvence bedeline ilişkin hâkim veya mahkeme kararında şüpheli veya sanığın uyması gereken yükümlülüklerin neler olduğu açık açık yazılmalıdır.
Hakkında güvence bedeli göstermesi tedbiri uygulanan sanığın yargılama neticesinde hükümlülüğüne karar verilmesi halinde yükümlülüklere uysa bile güvence bedeli aşağıdaki sıraya göre kullanılır:
Katılanın yaptığı masraflar, suçun neden olduğu zararların giderilmesi ve eski hâle getirme; şüpheli veya sanık nafaka borçlarını ödememeleri nedeniyle kovuşturuluyorlarsa nafaka borçları.
Kamusal giderler.
Para cezaları.
Hükümlülük halinde yukarıdaki ödemelerden sonra kalan bir kısım varsa sanığa iade edilir (CMK m.115/3).
“Güvence bedelinin iadesi” ise infazla bağlantılı olmakla birlikte kararın bu kısmı, mahkum olunan cezanın infazına dair bir işlem şeklinde nitelendirilemez. (2)
IV. Konu ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin vermiş olduğu kararlar incelendiğinde;
AİHM, Letellier/Fransa kararında; “…tutukluluk halinin devamı için geriye kalan tek neden, sanığın kaçacağı ve böylece duruşmaya çıkmayacağı endişesi olduğunda, örneğin bir güvence sunarak duruşmaya çıkmasını sağlayacak teminatları sunabilirse, serbest bırakılmalıdır…”
AİHM, Mamedova/Rusya kararında; “… mevcut davada başvuranın tutuklu kaldığı süre boyunca yetkili makamlar, başvuranın yasal temsilcileri birçok kez kefaletle veya kasabayı terk etmeyeceğine dair bir taahhütle –Rusya hukukunda cezai takibatın uygun şekilde sürdürülmesini sağlamak için başvurulan önleyici tedbirler– serbest bırakılmasını istedikleri halde, daha müsamahakar bir önleyici tedbir kullanarak katılımını sağlama olasılığını değerlendirmemiştir… Yerel mahkemeler de kararlarında özgürlükte mahrum bırakma önleminin neden yargılamanın başka bir yolu izlemeyeceğini garanti etmeyeceğini açıklamamıştır. Yeni Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun, yerel mahkemelerin daha az katı olan kısıtlayıcı yerel işlemleri bir tutuklama seçeneği olarak değerlendirmesini gerektirdiği, bunun da açıklanamaz hale getirmektedir…”
AİHM, Iwanczuk/Polonya kararında; “…Başvuranın malvarlığına ilişkin bilgiyi sağlama yükümlülüğünü yerine getirdiğini belirtmektedir. Mahkemelerin sürekli değişiklik yaptıkları konu, ödenecek kefalet bedelinin değerlendirilmesidir. Ancak asıl zorluk, kefalet şeklini -nakit mi hazine bonosu şeklinde mi yoksa başvuranın taşınmazının ipotek edilmesi yoluyla mı ödeneceği- belirlemektedir. Yetkili makamların, belirli bir noktada, başvuranın ilgili taşınmazın tapusuna sahip olup olmadığını kesinleştirmeden kefaletin ipotek şeklinde alınmasını reddettiği göz önünde tutulmalıdır. AİHM, başvuranın duruşmaya katılmamasının, malvarlığını haczetmek için belirli formaliteler üstlenmeyi gerektirecek olması nedeniyle, bunun yetkili makamların kefaleti kabul etme konusunda çekimser kaldıklarını gösterdiği kanısındadır. AİHM, bunun başlı başına yetkili adli makam kararıyla gerekli olmadığı kabul edilen tutukluluk halini dört ay boyunca sürdürmek için yeterli bir gerekçe olarak görülemeyeceği kanaatindedir. Kefaletin bedeline ve ödenme şekline ilişkin işlemlerin 4 ay 14 gün sürdüğü ve başvuranın bu süre boyunca tutuklu kaldığı göz önüne alındığında, tutukluluğun uzamasının gereksiz olduğuna ve yetkili makamların, kefaletin ödenme şekli hususunda birbirini izleyen karar değişikliklerini haklı çıkaracak nedenler göstermediklerine karar verildikten sonra AİHS m.5/3 hükmünün ihlâl edildiği kanaatine varılmıştır.
AİHM, Bonnechaux/İsviçre kararında; “…Kefalet bedelinin, şüphelinin malvarlığına göre belirlenme gereği nedeniyle … tutuklu, bedelin belirlenmesi için gereken bilgileri vermemişken tutukluluk halinin, haddinden fazla kefalet istenmesi nedeniyle uzadığını iddia edemez. Bir diğer deyişle, adli makamların kefaletle serbest bırakılabileceğini açıkladığı bir sanık, yetkili makamların kefalet bedelini tespit edebilmesi için malvarlığına ilişkin olarak, gerekirse kontrol edilebilecek, yeterli bilgiyi vermelidir…”
AİHM, W./İsviçre kararında; “…Davanın koşulları ve başvuranın karakteri, ilgili mahkemelere başvuranın 18 Mayıs 1988 tarihinde kadar güvence sağlama teklifini reddetme hakkı vermiştir: paranın miktarı (30.000 CHF) ve kaynağının bilinmemesi, başvuranın bunu ödememek için kaçmamaya karar vereceğine ilişkin bir teminat değildir. Son olarak, bir kez mahkum edildiğinde başvuranın her çıkışından sonra cezaevine geri dönmesi, mahkemelerin görüşünü geriye dönük olarak geçersiz hale getiremez.”
AİHM, Punzelt/Çek Cumhuriyeti kararında; “…ilgili süreçte Çek Mahkemelerinin, başvuranın duruşmaya çıkması için yeterli bir teminat olarak görmemeleri nedeniyle 15.000.000,00 Çek kronu(CZK) değerinde kefalet ödeme teklifini reddetmiştir. Şehir mahkemesi bir defasında 30.000.000,00 CZK kefalet ödemesi koşuluyla sağlık problemlerini göz önüne alarak başvuranı serbest bırakma kararı vermeye hazır olduğunu belirtmiştir. Şehir mahkemesi kararında, başvuranın 28.400.000,00 CZK değerinde karşılıksız iki çek yazdığını, tutuklanmasından önce … iki mağaza satın aldığını ve bunları 150.000.000 CZK değerinde taksitlerle ödeyeceğini taahhüt ettiğini belirtmiştir. Davanın özel koşullarını değerlendiren AİHM, kefaletle bırakılmanın sürekli olarak reddedilmesinin ya da 30.000.000 CZK değerinde kefalet ödeme cezasının, başvuranın mali işlemleri göz önüne alındığında, 5/3. Madde bağlamındaki şartlarını ihlal etmediği sonucuna varmıştır.
V. Karşılaştırmalı Hukukta Güvence Bedeline Benzer Kurumlar
A. Alman Hukuku (Strafprozessordnung – StPO)
Almanya’da ceza muhakemesi kapsamında mülkiyete yönelik koruma tedbirleri, StPO’nun 111b ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Bu hükümler uyarınca, özellikle suçtan elde edilen kazançlara el konulması ve bu kazançların müsaderesi mümkündür. Ancak “sichernde Beschlagnahme” (güvence amacıyla el koyma) yalnızca aşağıdaki şartlar dahilinde uygulanabilir:
Müdahale edilecek malvarlığı değeri, suçtan elde edilmiş olmalıdır.
Müdahale, ancak kesinlikle gerekli görülüyorsa uygulanabilir.
Üçüncü kişilere ait mallara müdahale ise çok sıkı koşullara bağlanmıştır. Malik olan üçüncü kişinin iyiniyetli olması halinde el koyma yapılamaz.
Alman Federal Mahkemesi’nin yerleşik içtihadına göre, müsadere veya güvence amacıyla yapılan el koymalar, ancak açıkça suçla bağlantısı kurulabilen ve hukuka aykırılığı ispatlanmış malvarlıkları için geçerlidir (3). Bu yönüyle Alman sisteminde, CMK m. 113’e kıyasla daha dar ve özenli bir uygulama alanı mevcuttur.
B. İngiliz Hukuku (Proceeds of Crime Act 2002 – POCA)
İngiltere’de suçtan elde edilen gelirlerin dondurulması ya da mülkiyetin devrinin engellenmesi amacıyla “restraint order” ve “confiscation order” gibi müesseseler uygulanmaktadır. POCA’nın 41. ve devamı maddelerine göre:
Restraint order yalnızca bir üst mahkeme yargıcının kararıyla verilebilir.
Malvarlığına müdahale için, suç işlendiğine dair “reasonable cause to believe” (makul şüphe değil, inanmak için makul neden) standardı aranır.
Ayrıca, bu tedbirin süresi belirlenmiş olmalı ve düzenli aralıklarla gözden geçirilmelidir (4).
İngiliz hukukunda üçüncü kişilerin malvarlıkları, yalnızca doğrudan suç gelirine karışmışlarsa tedbire konu edilebilir. Ayrıca üçüncü kişinin mülkiyet hakkını koruyucu yönde istisnai başvuru yolları mevcuttur. Bu koruma mekanizmaları, masumiyet karinesini ihlal etmemek adına özel önem arz etmektedir.
C. Fransız Hukuku (Code de procédure pénale)
Fransa’da, Ceza Muhakemesi Usul Kanunu kapsamında “saisie pénale” adı verilen el koyma ve güvence mekanizmaları bulunmaktadır. Bu düzenleme uyarınca:
Malvarlığına el konulabilmesi için, malın doğrudan suçla ilişkili olması gereklidir.
Ayrıca “juge des libertés et de la détention” (özgürlükler hakimi), bu tedbire izin vermelidir.
Üçüncü kişilere ait mallara el konulması durumunda, ilgili kişilerin itiraz ve iade taleplerine ilişkin hızlı prosedürler öngörülmüştür (5).
Fransız sisteminde, “saisie pénale” kararlarına karşı itiraz yolları etkili şekilde işletilmekte olup, müdahalenin orantılılığı anayasal denetime tabidir. CMK m. 113’teki düzenlemenin aksine, burada mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında daha dikkatli bir denge kurulmaktadır.
D. İtalyan Hukuku (Codice di Procedura Penale)
İtalyan ceza usul hukukunda “sequestro preventivo” ve “sequestro conservativo” olarak iki temel koruma tedbiri bulunmaktadır:
Sequestro conservativo, ceza yargılaması sonuçlandığında verilecek olası tazminat veya müsadere kararının güvence altına alınmasını hedefler.
Bu tedbirin uygulanabilmesi için, malın suçla bağlantılı olması değil, yalnızca ilerideki tazminat ihtimaline dayanan bir riskin varlığı yeterlidir.
Ancak bu riskin somut ve açık bir tehlikeye dayandırılması gereklidir (6).
İtalyan hukukunda tedbire konu malın üçüncü kişiye ait olması halinde, mahkeme kararıyla malın iadesine yönelik özel düzenlemeler söz konusudur. Mahkemeler, mülkiyet hakkının korunması için “collateral hearings” şeklinde ek yargılamalar yürütmektedir.
VI. Değerlendirme
Yukarıda yer verilen hukuk sistemlerindeki güvence bedeli benzeri uygulamalar incelendiğinde, malvarlığına yönelik tedbirlerin uygulanmasında şüphelinin suça doğrudan dahli, malın suçla net bağlantısı, yargısal denetim mekanizmaları, üçüncü kişilerin haklarının korunması ve süre sınırları gibi ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalındığı görülmektedir. Oysa Türkiye’de CMK m.113 kapsamındaki güvence uygulamalarında, özellikle üçüncü kişilerin hakları ile mülkiyet hakkı arasında yeterli denge kurulamamakta, ölçülülük ilkesine aykırılıklar doğmaktadır.
Bu nedenle Türk hukuk sisteminin, karşılaştırmalı hukuk deneyimlerinden istifade ederek, güvence tedbirini yeniden yapılandırması ve özellikle şu düzenlemelere gitmesi
kanaatimizce isabetli olacaktır.
Tedbirin uygulanacağı mal ile suç arasında açık, somut ve belgeli bir bağ aranması,
Üçüncü kişilerin malvarlığına yönelik tedbirlerde ayrı usul güvenceleri tanınması,
Tedbir kararlarının süreye bağlanması ve düzenli denetime tabi tutulması.
Av. Ahmet AVŞAR (LL.M.)
Kaynakça
(1) Artuk, Mehmet Emin vd., Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayıncılık, 2021, s. 943.
(2) Mert Asker Yüksektepe, Ceza Muhakemesi Tedbirleri, Platon Hukuk, 2021, s.166.
(3) BGH, Urteil vom 26.09.2013 – 3 StR 69/13.
(4) POCA 2002, ss. 41–48; vgl. R. Fortson, Misuse of Restraint Orders, Criminal Law Review, 2017.
(5) Code de procédure pénale, Articles 706-141 et suivants.
(6) Codice di Procedura Penale, artt. 316–321; G. Illuminati, “Property Confiscation in Italy: Proportionality and Procedural Guarantees”, European Journal of Crime, Criminal Law and Criminal Justice, 2015, s. 191–215.